Ebû Hüreyre (r.a.)’in rivâyetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ezân okunurken şeytân, ezânı duyma-mak için zırıltı ile kaçar. Ezân bitince geri döner, kâmet getirilmeye başlanınca yine uzaklaşır ve kâmet bitince yine gelir ve namâz kılanlar ile nefisleri arasına girerek onlara unuttukları bir takım şeyleri hatırlatmak için ‘bak şöyle olmuştu ya, hatırlasana’ diye telkînde bulunur. Sonunda namâz kılan kişi kaç rek‘at kıldığını bile unutur.”
Düşünce, gerek namâzda gerekse namâz dışında kaçınılması mümkün olmayan ve çok sık karşılaşılan bir durumdur. Çünkü Yüce Allâh, insana musallat olabilmesi için şeytâna bir imkân vermiştir. Ancak bu tür düşünce, insanın uhrevî ve dînî işlerle meşgûl olduğu zamanlarda, dünyevî işlerle meşgûl olduğu zamanlara nazaran daha az vâki olur.
Bir kimse namâzda iken zihninde bir şiir yazacak veyâ bir konuşma metni oluşturacak olsa, fakat zihninden geçen bu düşünceler diline dökülmese namâzı bozulmaz. Çünkü diğer organlarla eyleme dökülmediği sürece kalbin fiilleriyle (kalbden geçen şeylerle) namâz bozulmaz. Ancak namâzda huşû içinde olma emrine muhâlefet ettiği ve Hakk Te‘âlânın insandaki nazargâhı olan kalbini başka şeylerle meşgûl ettiği için günâh işlemiş olur. Zîrâ bu Allâhü Te‘âlâ ile beraberlik anında iken yapılabilecek en büyük edebsizliktir. Düşünün ki insan dünyâda büyük kabûl edilen kişilerden birisinin huzûrunda olsa, o da kendisi gibi bir kul olduğu halde, onun kendisine bakışına o kadar dikkat eder ki, böylece kendisinin başka şeylerle meşgûl olmasını önlemek ister. Hattâ birisinden herhangi bir talebde bulunurken kendisinden talebde bulunduğu şahıs dönüp başkasıyla ilgilenirse ona çok sinirlenir.